Translate / Übersetzen / Traducir / 翻译

Ahlat, Van Gölü, Yelkenli ...

Ahlat


Sabahın yedisinde uyandım. Sokağın hemen karşısındaki, Selahattin ve Sabahattin'in pide salonunun kapısı açıktı. Gidip elimi yüzümü yıkadım. Selahattin geldi bu arada, abi gel çay içelim dedi. Arabaya gidip telefon ve powerbanki aldım otururken şarj olsunlar diye.

Oturuş o oturuş. Sabah 07:00'den akşam 17:00'ye tam on saat. Öyle de oturulur mu be kardeşim demeyin lütfen. Oturulur, öyle bir oturulur ki... Günlerin yorgunluğu, acelemin olmaması, blog için düzenlenecek gezi notlarımın olması, devamlı surette yenilenen çay, mis gibi pide ve kebap kokan doyurucu bir ortam ve Selahattin, Sabahattin, Selahattin'in oğlu Hayrullah ve diğer arkadaşların dostluğu. Daha ne olsun...

10:00 gibi güzel bir kahvaltı yaptık hep birlikte ekip olarak. Sonrasında da çay üstüne çay. 16:00 gibi harika bir Adana yedim ustanın yaptığı. Tadı damağımda kaldı.


Ayrılık vakti gelince kebap ve çayların parasını ödemek istedim. Israr etsem de asla almadılar. Dedim ya bu bölgenin insanı bir başka güzel...


Selahattin'in oğlu Hayrullah'a gel sana şeker vereyim arabadan deyip beraber aşağıya indik. Üç kardeş oldukları için 3 şeker ve 3 de kurşun kalem verdim. Teşekkür etti ve ayrıldı.

Vedalaşarak ayrıldım bu güzel insanlardan. Aşağıdaki manavın yanında akan buz gibi sudan doldurdum şişelerimi ve yola koyuldum, Gölün güneyine Akdamar'a doğru, Tatvan üzerinden.

1071 Tören Alanı

26 Ağustos'ta kutlamaların yapıldığı meşhur 1071 Tören Alanını göreyim istedim Ahlat'tan ayrılmadan. Zaten yolumun da üzerinde, Ahlat'ın Tatvan girişinde. Yoldan içeri vadiye girip Millet Bahçesi de denilen Tören Alanının bir kaç poz fotoğrafını aldım. 26 Ağustos'ta 951. yılı kutlanacak burada, Böyyük Reyiz'in ve Okçu Bilal'in himaye ve katılımlarıyla. Eee saray da boşuna yapılmadı yani gölün kenarına. Senede biiir güüün, senede bir gün..





Göl Manzaraları

Ahlat Tatvan arasında çok güzel göl manzaraları yakaladım. Gözlerim yakaladıkça frene basıp durdum ve inip bu güzel kareleri aldım:




Tatvan şehir içinde trafik yine felaketti. Birkaç kilometreyi yarım saatte ancak geçebildim ve sonunda ohhh şükürrr diyerek gölün güneyinden doğuya doğru devam ettim. 


Kolbaşı denilen mevkide güzel birkaç kare çiçek fonlu göl manzarasını fotoğraf makinamın, daha doğrusu akıllı telefonumun hafızasına hapsettim, sonsuza kadar ölümsüz kalması için.






Yelkenli / Reşadiye (Sorp) Köyü

Akdamar'a geçecek teknelerin kalktığı Gevaş'a gidip gecelemek için artık geç olduğunun idrakı ve Gevaş öncesi Göle bakan dağlarda bulunan St. Thomas Kilisesi ve Karmravank Manastırını görmek istediğim için gezi plan ve programımı yaparken Google Haritada git ve gör diye işaretlediğim, göl kenarındaki Yelkenli Köyüne kırdım direksiyonu.

Köy kahvesinin önünde durdum. Köylülerle merhabalaşıp, hoşgelmişen, gel otur diyenlere, gün batımının kızıllığı kaybolmadan göl manzarası fotoğrafı çekmek istediğimi, sahile inip sonra geleceğimi söyledim ama o söz orada kaldı, o gece kahveye de gidemedim.


Sahili tepeden gören toprak yolun kavşak yaptığı yerde arabamı durdurup güzel poz alabileceğim yere birkaç yüz metre yürüdüm. Birkaç güzel poz aldım günbatımında.



İleride, müthiş manzarası olan burunda park etmiş birkaç karavan ve araç gördüm. Aracımı oraya götürmek niyetiyle araca geri dönerken yukarı tepede bana seslenip el sallayan bir çocuk gördüm, otlattığı koyunlarını eve götüren. Selamına karşılık verdikten sonra bağırarak burada aracımda konaklayabileceğim güvenli yerler var mı diye sordum. Cevaplamaya başladı ama mesafe uzak olduğu için pek anlamadım. Yukarı tırmanıp yanına gittim.


Muhammed imiş adı. 12 yaşında, 6. sınıfa geçmiş. Aynı soruyu sordum Muhammed'e. Karşıdaki kamp yerine gidersen giriş ücreti 120, şu buruna gidersen 20 lira dedi. Peki kim var orada, burunda, parayı ona mı vereceğim diye sorunca yok bana vereceksiniz, buralar bizim dedi :))


Bak dedim  giriş ücreti falan olmaz böyle bir yerin ama sevdim seni, sana 20 değil, 25 vereceğim ama giriş ücreti olarak değil, yarın bayram, bayram harçlığı olarak dedim. Güldü. Orada bir ağaç var. Oraya park edin, rahat edersiniz dedi. Ben de 25 liralık ilk bayram harçlığımı verip bir çocuk sevindirdim. İnşallah sevindirmişimdir ve işe yarar....

Geri dönüp arabayı burunda, kara ağacın altındaki eğimli arazide uygun bir yer bularak park ettim. 


Hemen burundaki araç ve karavanların yanına gittim, komşularla tanışmak için.
İlk olarak burnun ucunda kamp sandalyelerine oturmuş çay içen üçlü bir grubun yanına gidip merhabalaştım. Soner Bey ve eşi Güler Hanım köyde öğretmenmiş. Soner, ortaokul Türkçe öğretmeni, eşi Güler de anaokulu öğretmeni. Biraz önce tanıştığım Cin Muhammed de öğrencileri imiş, kafası böyle şeylere iyi çalışırmış. Yanlarında da Soner'in annesi Birgül Hanım. Yakında bir kız çocukları olacağını söylediler. Adı da Hera Lina olacakmış. Hera Zeus'un eşi ve ablası olan tanrıça, Lina da, Helen ve Roma çağlarında olimpiyatlarda kazananların başına takılan defne veya zeytin yapraklı taç imiş.


Güneş dağların arkasından uzaklaşıp dünyanın diğer yarısını aydınlatarak ısıtmaya başladığında üşümeye başladığımı hissettim. Üzerimdeki kısa kollu ince tişört ile doğal tabii ki... Tunceli'nin gece soğuğunda bulduğum şifayı daha yeni atlatmak üzereyken hem de. Gidip üzerime birşeyler giyeyim üşümemek için dedim. Soner Bey, hemen gelin çay soğumadan dedi. Ben de üzerime birşeyler giyip kampçı arkadaşların yanına gittim. Soner Beyler araçlarına binmiş köye geri dönüyorlardı. Soner Bey, eşimi ve annemi bırakayım, gelirim buraya sizinle sohbet için dedi ve gittiler.


Önce Alman plakalı bir mobil karavana uğradım. İçeride mum ışığında yemeklerini yiyorlardı. Tanıştık. Alman Chris ve Romen Adina. Adina; zarif, hassas, narin demekmiş. Chris 3 yıldır geziyormuş karavanıyla. Dünyayı mı dedim, yok Avrupayı dedi. O zaman gittiğin her yerde bir hafta on gün kalıyorsundur dedim, güldü. Adina da Chris'e bir ay kadar önce Türkiye'de katılmış. Sinek telli pencerelerinden mum ışığında romantik bir pozlarını aldım ve kahvaltıda görüşürüz diyerek onları benim gevezeliğimden mahrum, huzur içinde bıraktım ;)


Oradan beyaz karavanlı Türk çiftin yanlarına gittim. Bingöllü Zeki Bey ve Leyla Hanım. 23, 22 ve 15 yaşında 3 çocukları varmış. Burayı çok seviyor, her sene geliyorlarmış. Bana odun ateşinde semaver çayı, börek, kurabiye ve pekmezli un helvası ikram ettiler.


Bu arada, uzaktaki far ışığından Soner Bey'in benim bir yüz metre ilerideki araca doğru geldiğini gördüm. Telefonun feneri ile çakar yapıp Zeki Beylerin yanında olduğum işaretini verdim. Biraz sonra elinde bir kutu içinde dilimlenmiş buz gibi karpuzla geldi. Zeki Beylerde yeterli sayıda kamp sandalyesi olmayınca arabalarımızın yanına gidip katlanır tabure ve sandalyelerimizi aldık ve Zeki Beylerin yanına döndük.


Uzun bir sohbetten sonra 23:30 gibi ayrıldık. Zeki Bey sabah bayram namazına gidecekmiş. Köylülerle bayramlaşma hazzını tatmak için adetim olmadığı halde ben de geleyim sizinle, giderken benim aracımı tıklayın, beş dakikada hazır olurum dedim. Sabahın köründe bayram namazına gideceğim, değişiklik olsun diye, Bitlis'in eskiden başlayarak adlarıyla Sorp, Yelkenli ve Reşadiye köyünün camiine. Sabah ola hayrola, herkese bayram ola...

Notlarımı düzenleyip yatmadan önce yarımay ışığında pırıl pırıl parlayan gölün birkaç güzel fotoğrafını aldım...




~©~

Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Gökyüzü, yıldızlar, ay, yakamoz,göl, dalgalar bahane tespitleriniz, bilgi birikiminiz kısacası sohbetimiz şahaneydi. Sizinle tanışmak bizi çok mutlu etti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nezaketiniz ve misafirperverliğiniz için teşekkürler Soner Öğretmenim. Ben de sizleri tanıdığıma çok sevindim. Denizli'ye bekliyorum...

      Sil