Translate / Übersetzen / Traducir / 翻译

Tunceli, Rabat Vadisi, Bingöl ...

Tunceli

07:30 kalkış ve kahvaltı sonrası 09:00 gibi belediye özel kalemden Cansu Hanımı aradım, Maçoğlu başkan ile görüşme için beni unutmadınız değil mi diye. Biraz sonra gelecek Sadık Bey, haberi var, sizinle görüşecek, buyrun gelin dedi.

Dün yürüyerek gittiğim, gece 22:00 sonrası buz gibi havada kısa kollu olarak döndüğüm ve şifayı kapar gibi olduğum 7 kilometrelik bu yolu bu sefer aracımla aldım. Görüşme sonrası tekrar aynı noktaya dönüp Bingöl Muş tarafına direksiyon sallayacağım, 7 km git gel 30-35 törkiş lira yakar araba ama vakit nakittir demişle, oluvesin o gada gari...

Aracımı belediyeye biraz uzak, uzak derken birkaç dakika yürümelik bir yere park edip Maçoğlu ile tanışma yani hazırlık maçı yapmaya gittim. Bir 10-15 dakika bekledikten sonra Başkanın sekreteri ben dahil 4 kişiyi sahaya aldı toplu top oynama, pardon görüşme için. Başkan yardımcısı veya imardan sorumlu olabilir belediyeden bir arkadaş da maça (*) katıldı gözlemci olarak. Önce herkes teker teker kendini ve kısaca meramını anlattı. Biri Bursa'dan, diğeri İzmir'den memleketleri Dersim'e dönmüş iki arkadaş burada nasıl iş bulur yaşarız babında meramlarını anlattılar. Birisi İzmir'deki evini 900'e satıp gelmiş, burada bir 200, bir 300'e satılan evleri görünce evsiz kalmış, ana babasının köydeki evine sığınmış. Neyse detaylara girmeyeyim, özel konular, hoş olmaz. 

(*) Bu arada maç benzetmesini yaptım başkanın soyadı ile kafiyeli olarak. Maçoğlu Başkan kusuruma bakmasın lütfen...

Yarım saat kadar süren görüşme sonrası Fatih Mehmet Beye ODTÜ'den, FYO'dan vb. arkadaşlarımın ve özellikle Denizli'nin selamlarını ilettim. Kendisine Denizli Kızılcabölük'ün geleneksel, çift kat pamuklu bir dokuma peşkirini ve 2017 ve 2018 Menderes Yolu yürüyüşlerimizde sponsorumuz İpragaz GO'nun desteği ile yaptırdığımız bandanalardan hediye ettim. Çok teşekkür etti ve peşkiri hemen yandaki standa güzelce astı. Selfi çektirdikten sonra kendisinden Tunceli ile ilgili kafama takılan birkaç hususta beni aydınlatmasını rica ettim.

İlki sokaklarda başıboş dolaşan iri köpekler konusu idi. Köpeklerin düzenli olarak barınağa alınıp aşıları yapıldıktan sonra alışkın oldukları mahallelerine geri salındığını, yoksa barınağın şartları içinde birbirleri ile kavga edip zorluk çıkardıklarını söyledi.

Yeni şehirdeki göl kenarı yürüyüş yolundaki toprak kayması ve heyelan durumu ile ilgili olarak da analiz ön çalışmalarının yapıldığını, daha fazla kayma riskinin düşük olduğunu ve güçlendirme çalışmalarının yapılacağını belirtti.

Benzeri olmayan doğa harikası Munzur Gözeler ve Munzur Vadisinde doğa yürüyüşçüleri için; Likya, Karya, Firig ve bizim Menderes Yolu gibi işaretli yürüyüş patikaları, parkurları yapılabileceğini düşündüğümü, bu konuda bir projeleri olup olmadığını sordum. Munzur Vadisi milli park olduğu için izin verilmiyormuş bu tarz yürüyüş yollarına !.. Lakin milli parkın dışında kalan alanlarda düşünülebilir, iyi olur dedi.

Daha sonra personele basılı veya dijital olarak Tunceli - Dersim'i tanıtan yayınları olup olmadığını sorduğumda maalesef yok cevabını aldım. Bu işler kaynak yani bütçe meselesi tabii ki. Tunceli gibi nüfusu ve dolayısı ile vergi geliri az olan ve özellikle merkezi yönetime, daha doğrusu böyyük reyiz ve ulu başgana muhalif olan belediyelerin işi gerçekten zor. Eskiden belediyelerde olan belirli konulardaki hareket esnekliği ve inisiyatif alma da ellerinden alınmış durumda, bu garip ne idüğü belli olmayan, adına sistem bile diyemeyeceğimiz zızzzt'emde !..

Görüşme sonrası başkan uzun sürecek bir ekip toplantısına girerken bana çay ikram ettiler. Teşekkür ederek vedalaşıp ayrılırken de termosumu sıcak çay ile doldurdular, eksik olmasınlar...

Belediyeden çıktığımda öğle arası olmuş herkes yemeğe gitmişti. Öğle yemeği adetim değil ama ben de trende uydum ve dün gittiğim Beyaz Saray Lokantasına giderek bol daneli güzel bir sarımsak ve sirkeli paça çorbası ısmarladım kendime...

Çorbamı içtikten ve aşağıdaki Munzur Pülümür kavşağının Pülümür tarafındaki Opet'ten, Diyarıbekir'deki son dolumdan beri 370 km yapmış, yarıdan az depoyu 930 törkiş liraya içim cızzz ederek doldurduktan sonra Elazığ Bingöl tarafına yeni şehire doğru kırdım direksiyonu. Demek, bazılarının kuruş/km hesabı ile kilometrede yaklaşık 250 kuruş yakmışım. Daha altı ay önce ikiyüz küsura gittiğimiz dörtyüz kilometreyi bin törkiş liraya gidiyoruz. Ne günlere kaldık. Sürdürülemez bir gidişatın, daha doğrusu iflasın içindeyiz ülke olarak, ümmetin lideri, hee bi şeyin uzmanı, ego-nomist böyyük reyiz sayesinde. Maşallah, inşallah !..

Yaklaşık 10 küsur km gidip Munzur Üniversitesini geçtikten sonra gölün içeriye doğru küçük bir koy gibi girdiği yerdeki yol kavşağında ilgimi çeken iki tabela gördüm. Birisi Tunceli Belediyesi'nin Türkçe ve Kürtçe/Zazaca Güle Güle levhası, diğeri de Rabat Kalesi 20 km, Rabat Köprüsü 20 km yazan iki kahverengi tabela.


Benim gibi tarihe ve arkeolojiye meraklı olan gezginler çok severler kahverengi işaret levhalarını. Nerelere, hangi gidilemez yollara sokmuştur sizi o cezbedici kahve levhalar. Beni de kendine çekti ve girdabında yok etti tabii ki. Ayrılamadım oradan ve Google amcanın haritacı yeğenine sordum, kimdir, necidir, nerededir bu köprü ve kale diye. Haritacı yeğen sus pus, cevap yok. Eklememiş kimse daha bu iki yeri Google Haritaya. Ama daha sonra yerinde doğru konumları ile ben ekledim. Google amcanın arama taramacı yeğeni ise aha işte böyle bir yermiş dedi parmağını gözüme soka soka.


Rabat Vadisi - Köprü ve Kale

Görünüşte, derin bir vadide tarihi bir köprü ve karşısındaki en az 100m yüksekliğinde, iki vadinin ortasında kalmış çıkılamaz kaya kütlesinin üzerinde bir Urartu Kalesi. Gidilmez mi şimdi buraya... Cevap şaşmaz bir evet olacaktı ve öyle oldu. Ya Allah Bismillah deyip üçte ikisi bozuk asfalt, son üçte biri çok dik ve çok bozuk dar bir toprak yolu katettim. Niye çekiniyorsun Sadık Abi dedi iç sesim, altındaki dört çekeri bugünler için almadın mı? Evet dedi Sadık Abi Dinosorus, evet, go ahead...

Ana yolda yaklaşık 1000m olan rakım yarı yolu geçince yaylada 1700 gibi oldu. Yaylada bir de şu uyarı levhasını gördüm;  "Dikkat Mayınlı Saha Girmek Tehlikeli ve Yasaktır" diyen. Sınır değil seyran değil ki mayın döşensin Doluküp, Başakçı ve Çemçeli köylerine giden bu yolun hemen yanıbaşına !.. Birilerine sormalıyım nedenini ama sanki biliyorum cevabı; terrörrr diyecekler !..


Toprak yol muhtelif yerlerden sapma yapıyor. Google Haritada olmadığı ve işaret levhaları yetersiz olduğu için göz kararı olasılık hesabı yaparak gidiyorum. Hah, sağda yakacak çalı odunu toplayan bir kadın gördüm. Uzaktan bağırarak sordum Rabat bu tarafa mı diye. Evet dercesine başını sallayıp gittiğim yeri gösterdi. Güzel, doğru yoldayım. Güzel olmayıp canımı sıkan şeyi bir on metre gidince gördüm. İki koca adam çalıların gölgesine uzanmış muhabbet ediyor, kadın sıcakta kan ter içinde çalışırken. Olur mu bu şimdi yani dedim içimden. Bir de kadına ve doğaya değer veren Alevi Bektaşi inancından olacaksınız. Diğer taraftan, günahlarını almayayım. Belki orada kasalı motorun içinde silme dolu çalı çırpıyı onlar topladı da dinleniyorlar şimdi. Her neyse...

Sonunda aşağıya doğru yaklaşık 30-40 derecelik açıyla kavis yaparak inen toprak yol bitti ve kiraz, ceviz dahil bilimum meyve ağaçlarının yeşilliğinde iki ayrı ev göründü.

Bunlardan birinde Bediye Hanım kalıyor. Buralı, hemen yukarıdaki Çemçeli köyündenmiş. Burası da onun birkaç evlik Örtülü adlı mezrası. Kışları Tunceli merkezde, yazları da burada oturuyormuş. Konuşkan bir kadın ama burada doğup büyümesine rağmen Rabat Kalesi ve Köprüsünün tarihçesini bilmiyor. Diğer evde de adlarını alamadığım çok misafirperver bir karı koca. Aşağıdaki derin vadide bulunan köprü ve kaleye gidip geldikten sonra bana buz gibi ayran ikram ettiler ve parasını vermek isteyince almadılar. Haklarını helal etsinler...

Hemen yakındaki uzaktan koça benzettiğim fakat yakınına gelince at olduğunu anladığım bölgede bulunmuş bir mezar taşını görünce heyecanlandım.


              


Bediye Hanıma biraz Ön-Türk tarihini anlattım ve Urmu teorisinden bahsederek kaleyi yapan Urartuların da, en eskisinden başlarsak; İskit-Saka, Sümerler, Medler, Partlar, Hatti ve Hititler gibi kadim Pro-Türk boylarından olduğunu söyledim. At, koç, dağ keçisi, kurt ve geyik gibi hayvanların da Türkler için önemli ve kutsal olduğunu belirttim

Azerbaycan Gobustan, Kırgızistan Saymalıtaş, Kazakistan Tamgalı ve Tamgalıtaş'ta bulunan, gidip bilhassa yerinde gördüğüm kaya resimlerinin benzerlerinin, hatta aynısının Anadolu'nun Ankara, Hakkari, Kars, Ordu, Denizli vb. dahil birçok yerinde bulunduğunu ifade ettim. Merakla dinledi, ben bunları bilmiyordum dedi okumuş, mürekkep yalamış gözüken Bediye Hanım. Kendisine Atatürk'ün Türk Tarih Tezini ve Türk Tarih Kurumuna hazırlattığı, 1931-1942 arasında liselerde okutulan, ikinci dünya savaşı sonrası Stalin'in Kars, Ardahan'ı ve Boğazlarda kontrol hakkı isterim tehditi sonrası emperyal, sömürgen Yu ES of Ey'in kucağına düştükten sonra kaldırılan 4 ciltlik Türk Tarihi kitaplarını okumasını önerdim.

Atatürk az bile demiş, yedi bin senelik Türk yurdu, beşiği olan Anadolu'yu emperyallere bırakmayacağız diye. En az 12 bin yıllık Ön-Türk yurdu bu topraklar, bilhassa Fırat-Dicle arası Bereketli Hilal de denilen Kuzey Mezopotamya, Hazar'ın batısı ve İran'daki Urmu Gölü çevresi. 1925'te Kacar Türkleri zayıflayıp hükümranlığı, yani şahlığı Pehlevi ailesine bırakıncaya kadar İran'ı yaklaşık bin yıl Türkler yönetti ki İran nüfusunun yarıya yakın kısmı Türktür. Buna İran gezimizde bilhassa şahit olmuştuk...

Şimdi gelelim muhteşem köprü ve kaleye ki bana bunca zahmete değdi, iyi ki gelmişim dedirtti.

             

Rabat Köprüsü, iki derin vadi, daha doğrusu yaklaşık yüz metre derinliğindeki kanyonun birinde yapılmış tek kemerli fakat muhteşem küçük bir köprü. Roma ve daha sonra köprüde iyileştirme çalışması yapan Anadolu Türk Beylikleri dönemine tarihlendiriliyor. Diğer kanyonda da yine tek kemerli küçük bir köprü daha var.

             

             

             

İçinden akan çayların birleşme noktasındaki sarp bir masif kayanın üzerine yapılmış yukarıdaki kaleye, masif kayanın içine oyulmuş yaklaşık yüz metre uzunluğundaki, görmeye ve içinden tırmanarak çıkmaya değer merdivenli tünel ile çıkılan kale ise Urartular dönemine (~MÖ 850-600) aitmiş. Urartular kalelerini yüksek kayalıklar üzerine dağları oyarak yaparmış...

Her iki kanyonun sarp kayalıklarına oyulmuş, tarihin değişik dönemlerinde yerleşim görmüş mağaralar da var. Bir değirmenin de bulunduğu bölgenin çok etkileyici doğal ve kültürel dokusu var. Doğa ve tarih çok ahenkli bir birliktelik oluşturmuş. Vadide düşürdüğü taşları duyunca fark ettiğim fakat fotoğraflayamadığım dağ keçilerinin yanısıra boz ayı ve vaşak gibi yabani hayvanlar da varmış.

Köprüden sonra kalenin merdivenli tünel girişini buldum ve yukarıya doğru telefonumun fenerini açarak zorlu bir tırmanış yaptım. Batonumu ise, yanıma almak dar tünelde sorun yaratır diye aşağıda tünelin girişinde bıraktım.

Kaya içine oyulmuş tünel merdiven girişi
ağacın hemen sağındaki siyah nokta

Tepeye doğru kayanın içinden çıkan merdivenli tünel yukarıdan kopup içine dolan kaya parçaları ile tıkanmıştı. En yukarının biraz altındaki havalandırma penceresine dayanmış ahşap bir merdivenden aşağısı uçurum sarp bir yamaca çıktım ve kenardan kenardan masif kaya bloğunun üstündeki kaleye tırmandım. 


             

Kale duvarlarının bir kısmı hala duruyor ama büyük bir kısmı zamanla yıkılıp aşağıdaki uçuruma yuvarlanmış. 

Tepede bir çay molası verip termosumdaki sıcak çayın yarısını keyifle içtim. Güneş artık yüksek dağların ardında yok olmaya başlayınca inme zamanı geldi deyip geldiğim sırttaki tünel penceresinin olduğunu düşündüğüm yere yöneldim. 


O da ne, ahşap merdivenle çıktığım pencereyi bir türlü bulamıyorum. Onca yıldır trekking yapar, benzeri yerlere tırmanırım ama böylesi ilk defa geliyor başıma. Daha fazla vakit kaybetmeyeyim diye aşağıya inen uçurumlardan gözüme kestirdiğim birine yöneldim ve tutunarak dikkatli bir şekilde aşağıdaki tünelin giriş noktasının aksi yönüne indim. Masif kaya bloğunun etrafını dikkatli bir şekilde dolaşarak batonumu bıraktığım tünel girişine geldim. Batonumu alıp yukarıya evlerin oraya çıkıp bu maceralı tırmanış ve inişi noktaladım. Ohh be...





Bediye Hanım ile biraz daha muhabbet edip komşusunun ikram ettiği buz gibi ayranı içtikten sonra 20 km yolu geri dönüp Tunceli - Elazığ Bingöl yoluna çıktım ve Bingöl'e doğru Munzur Baraj Gölü ve sonrasında Munzur Çayı ve onunla birleşen Peri Suyu boyunca harika manzara eşliğinde yol aldım.

Biraz teknik coğrafya bilgisi olacak ama şunu belirtmeden geçmeyeyim. Munzur Çayı ile Pülümür Çayı Tunceli'de birleştikten sonra Munzur Baraj Gölü ve sonrasında Munzur nehri olarak aşağılarda Erzurum tarafında doğan Peri Suyu ile birleşerek Fırat ile birlikte Keban Baraj Gölünü oluşturuyor, hep birlikte komün hayatı yaşıyorlar... :)

Bu arada, Rabat Vadisine giderek zaman kaybetmem nedeniyle, Bingöl sonrası Muş'a geçmek yerine, Bingöl'den sonra Erzurum yolu üzerindeki ılıcalara gidip 40 derece su ile termal keyfi yapmaya ve ılıcalarda bir veya iki gün dinlenmeye karar verdim. Hem dün gece Tunceli soğuğunda kısa kollu tişörtle yaptığım iki saatlik yürüyüş sırasında üşüterek bulduğum şifaya iyi gelir sanırım. Boğazım kötü gibi, bir de hafiften burnum akıyor. 7. haftanın içinde olduğum bu turun getirdiği yorgunluğu da yavaş yavaş hissetmeye başladım. Ilıcalarda keyif yapıp iyice dinlenmek eminim iyi gelecektir bana...

Google Haritadan ılıcalardaki tesisleri inceledim ve Bingöl Üniversitesinin işlettiği tesislerde karar kılıp resepsiyonu aradım. Geceliği 350 törkiş liraymış otelin, kaplıca havuzları, hamam vb. dahil. Bana tuzlu geldi bu hem benim otelim var, otele ihtiyacım yok ki. İhtiyacım olan termal havuzlar ve hamam ki ona da 30 gayme verip gün boyu kullanabiliyormuşsun, resepsiyondaki görevli Enes Beyin söylediğine göre. 350 nireee, 30 nire... Tamam, bu bana cuk diye uyar ve ihtiyacımı fazlası ile karşılar. İşlem tamam...

Bingöl

20:30 gibi vardığım Bingöl'ün şehir merkezini bir saat kadar dolaştım, gelmişken görmeden geçmeyeyim diye. Şehir Tunceli'den büyükçe görünüyor. Ama beni pek sarmadı desem yalan olmaz...





Bingöl Ilıcalar

22:00 gibi Bingöl Üniversitesinin Ilıcalardaki termal tesislerine vardım. Aracımı güzel bir yere park edip resepsiyona giderek 23:00'de nöbet değişimi yapacak Enes Beye merhaba dedim. Bloğum için günün notlarını tamamladım ve 02:00 gibi yattım. Sabah ola, termal keyfi  hayrola...

~©~


Yorum Gönder

9 Yorumlar

  1. Kutluyorum Sadik'cim hem geziyor hem arastiriyorsun hepsini okudum mükemmel bütün hepsi bir kitapta bütünleşmesi güzel olur ve özellikle de büyük bir merak ve heyecanla okumak isteriz sana iyi gezmeler ve kolaylıklar diliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler İbrahim'ciğim. Görüşmek üzere; Sağlıcakla, dostlukla, akıl ve bilim ile, iyilikle, huzurla...

      Sil
  2. Bu arada NEÖO dan İbrahim argın ben

    YanıtlaSil
  3. Heyecanla okudum, görsellerin dizilimi ve konuyla baglantisi muhtesem, anlatimdaki dinleyici ile göz hizasinda olma teknigini mükemmel uyguluyorsun. Yolun acik olsun !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nazik yorumun ve iyi dileklerin için teşekkürler Anonim Arkadaşım. Sağlıcakla, huzurla...

      Sil
  4. Mükemmel Üstad... Tebrikler ve Teşekkürler. Devamını merakla bekliyoruz... Saglıklar ve güç kuvvet diliyorum.🤗

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Adsız/Anonim arkadaşım. Eksik olmayın...

      Sil
  5. Harika, tebrikler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Adsız/Anonim arkadaşım. Eksik olmayın...

      Sil