Bingöl Ilıcalar
Tunceli'de kaptığım soğuk algınlığı nedeniyle kesik de olsa 6 saatlik uyku sonrası 08:00'de kalktım. Bugün kaplıca günü. Tüm günü termal havuzlarda geçirmeye niyetliyim.
Kahvaltımı yaptıktan sonra Bingöl Üniversitesi Turizm Uygulama Oteli ve Termal Tesislerinin resepsiyonuna gidip tesislerin günlük kullanımı için Barış arkadaştan bilgi aldım. Yardımcı oldu ve hatta bana bahçede bir çay ısmarladı.
 |
| Bingöl Üniversitesi Turizm Uygulama Oteli ve Termal Tesisleri (Kaynak: hürriyet.com.tr) |
Tesislere bir kere girdikten sonra günboyu ihtiyaç duyulacak şeyler için sık sık dışarı çıkıp araca gitmek uygun olmayacağı için yıkanacak kirli çamaşırlarım dahil yiyecek ve içeceklerimi, hatta traş takımımı hazırlayıp 10:00 gibi tesise giriş yaptım, tüm gün, akşama kadar kalır tadını çıkarırım termal suyun diye.
30 lira giriş ücretini verip giriş yaptım. Eşyalarımı şifreli dolaba koyduktan sonra kadın ve erkeklere ayrı olmak üzere iki termal havuz, Osmanlı hamamı, sauna, buhar odası, duşlar, wc, dinlenme odası, vb. olan kısma girdim.
Hafta içi ve bilhassa daha sabah olduğu için kimsecikler yoktu. Daha sonra da hiçbir zaman çok kalabalık olmadı tesis. Gelenler daha çok büyük havuzu tercih ettiği için havuzlardan küçük olanı sanki bana özel tahsis edilmiş gibi günboyu, taaa akşam 20:00'ye kadar tadını çıkardım termal suyun.
Bingöl merkeze yaklaşık 20 km mesafede olan Ilıcalarda biri Üniversiteye, diğeri özel olmak üzere iki tesis varmış. Yaklaşık bir km yukarıda olan kaynağında 50 derece civarında olan su tesislere 40 derece civarında, tam kıvamında ulaşıyor. Yarın sabah Yüzen Adalar ve sonrasında Muş'a hareket etmeden erkenden yürüyüş yapıp gezeceğim termalin kaynağını ve çevresini. Bu arada, arabamı park ettiğim yerin hemen bitişiğinde akan soğuk su da sodalıymış ve içilebiliyormuş.
Suyun faydaları arasında inanın, yok yok... Sodyum, kalsiyum, bikarbonat ve sülfat gibi mineraller bakımından zengin olan su İstanbul Teknik Üniversitesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Ana Bilim Dalınca hazırlanan heyet raporuna göre; kemik hastalıkları, kemik erimesi ve diş çürüklerinin tedavisinde, ortopedik ameliyatlar sonrası tedaviler, eklem ve mafsal ağrıları, kireçlenme ve romatizmal hastalıklar, mide ve bağırsak hastalıkları, gastrit, ülser, mide kasılmaları ve yanmaları, idrar yolları, kronik idrar yolları enfeksiyonları, sinirsel hastalıkların tedavisinde, stres ve depresyona bağlı psikolojik hastalıklar, kalp ve damar hastalıkları, tansiyona bağlı hastalıkların tedavisinde yardımcıymış. Gut hastalığı tedavisinde, şeker hastalıkları tedavisinde, vücuttaki yaraların kısa sürede iyileştirilmesi ve damar daralmalarının gevşemesinde de etkiliymiş. Bitmedi, kadın hastalıkları tedavisinde, müzmin kadın hastalıkları ve kısırlık tedavisinde destekleyiciymiş. Beslenmeye bağlı flor eksikliğinin tedavisinde, hamilelerde, diş hastalıklarında, diş eti problemlerinde ve kemik erimesine karşı da faydalıymış.
Yuppiii, ölüm yok artık bana bundan sonra. Acaba bir ay falan kalıp sabahtan akşama kadar bu suya mı girsem işi garantiye almak için... :))
Sanki bu suya giren bütün rahatsızlıklarından arınıp ölümsüz olacak. Abartmayalım, 120 yaşına kadar yaşayacak diyelim, ki inanın bu bölgede çok duydum 120 yaşında süt dişi çıkan kocamış, sakallı bebeleri ;)
Tesiste iken günboyu o kadar çok kişi ile tanışıp sohbet ettim, yemeklerine eşlik ettim, çaylarını içtim ki ben bile şaşırdım bölge insanının canayakınlığı ve vericiliğine.
Yalnız şöyle bir durum oldu ki yaklaşık bir saat kendime gelemedim. Dinlenme odasında, domates salatalık söğüş, peynir ve pide ile karınlarını doyuran dört kişilik bir grup beni de ısrarla davet ettiler masaya. O da ne, birden başım döndü, midem bulandı ve çok kötü oldum. Bir lokma bile alamadım. Fırıl fırıl dönüyordu dünya etrafımda. Gözlerimi kapadım kendime gelebilmek için ve orada, onların yanında sandalyede uyuyup kalmışım 40-45 dakika. Kendime gelip uyandığımda arkadaşlar gitmişlerdi ama masanın üzerinde benim için bıraktıkları bol söğüş, peynir ve pide duruyordu. Kalkıp şöyle bir baktım havuzlara, göremedim arkadaşları. Tanışamadık da kendileri ile... Tansiyonum düşmüştü sanırım geçici süreliğine. Kendimi iyi hissediyordum artık ve iştahım da yerindeydi. Bana bıraktıklarını keyifle yedim. İşte size canlı bir örnek, bilhassa yaşadığım. İstisnalar kaideyi bozmaz ama inanın böyle buranın insanı. Bölgeyi gezdikçe daha çok seviyorum insanlarını. Eksik olmasınlar...
Daha sonra Muş Belediyesinden gelen bir grupta, kendisine başkan dedikleri ben yaşta bir arkadaşın başına da aynı şey geldi. Uzun süre kendine gelemedi. Tansiyonu düşmüş ciddi derecede. Alıp götürdüler dışarıya müdahale etmek için. Gruptakiler, birlikte 2018'de Gürcistan'ın kuzeyindeki Kaf Dağlarında, evlerin bitişiğindeki kuleleriyle ünlü Svaneti bölgesine birlikte gittiğimiz Muşlu Dağcı Ömer Faruk Gülşen ve kardeşi Çağatay'ı tanıyorlardı. Ömer abi, Muş'ta Tatlıses Çiğköfteyi işleten abisi Çağatay'ı görmemi istemişti gidince. Gidip Çağatay Kardeşi bulacağım yarın Muş'a gittiğimde. Gruptan Metin adındaki arkadaş da Muş'a geldiğimde belediyeden kendisini bulmamı istedi.
Muş, manastır, kilise, kalesi ve özellikle doğal güzellikleri ile ilginç bir yer olacak, bilhassa doğa yürüyüşleri anlamında, benim için...
Akşamın alaca karanlığında tesisten çıktıktan sonra yıkadığım çamaşırlarımı astım ve tesisin kafe restoran kısmına gittim acaba sıcak bir çorbaları var mı diye. Bu arada, burnum contası bozulmuş musluk gibi şırıl şırıl akıyor.
Çorba kalmamış. O zaman bana güzel bir menemen yapar mısın dedim ve sahanda gelen lezzetli memeneni salata ve bir baş kuru soğan ile götürdüm. İyi geldi doğrusu. Kafedeki arkadaş Turan, akan burnumu görünce İngiliz anahtarı getirmek yerine bana ardı ardına nane limon yaptı ama nafile, şu saat itibarı ile, 23:00 gibi hala akıyor. Su tesisatçısı gerekecek sanırım. Yarına kadar dinmezse, çaresine yarın bakacağız artıkın. Turan, ayrıca soğuk kutumda bulunan buz kasetlerimi ve su dolu küçük pet şişeleri tesisin alt katındaki derin dondurucuya koydu benim için, sabah Muş'a doğru yola çıkmadan önce almak üzere...
~©~
0 Yorumlar