Kazakulinga Yaylası
Uzun haftaların verdiği yorgunluk ve son günlerdeki az uyku nedeniyle 11 saatlik bir uyku rekoru kırarak 08:00'de kalktım. Yan çadıra geçerek, hep birlikte, biraz ileride bulunan tandır fırınından yeni gelmiş dumanı burnunda tandır ekmekleri ile peynir, yoğurt, bal, ceviz ve helvalı güzel bir kahvaltı yaptık. Barış gece yaylamasından yeni dönmüştü. Kahvaltı sonrası uyumaya çekilmeden önce vedalaştık.
Dışarı çıkarak yaylanın ortak olarak kullandığı branda ile örtülmüş tandır fırınında ekmek pişirenleri izledim ve fotoğrafladım. Bize de birkaç tane ekmek verdiler.
Herkese misapirververlikleri için teşekkür edip vedalaşarak yayladan ayrılıp 5 km aşağıdaki vadide bulunan Germav köyüne hareket ettik.
Germav Köyü
Germav, Ermenicede ılıca, yani sıcak su anlamına geliyormuş. Köyün bugünkü adı da Ilıca. Farklı tipte soğuk maden suyu kaynaklarının bulunduğu köyde sıcak termal su yok ama adı Germav yani Ilıca. Belki şu anda artık olmayan termal sular vardı geçmişte buralarda. Bunu sorup öğrenmeliyim.
Köye doğru inerken yolda eşeği ile yukarı doğru çıkan Ercan'ın halaoğluna rastlayıp selamlaştık. Bir fotosunu aldım.
Halaoğlu ısrar etti illa bin eşeğe diye. Ben de kırmayıp zıpladım eşekciğin sırtına. Ercan da çekti fotoğrafımı. Bu ikinci eşek maceram oluyor bu turda. İlkine Mardin Dara'da binmiştim. O da kır bir eşekti...
Germav, yani Ilıca, Zovaser Dağı eteklerinde, Germav Vadisi boyu akan çayın kenarında, vadinin üst tarafındaki eski Ermeni köylerinden. Biraz uzakta, diğer köylerle ortak kullandıkları kilisesi de olan bu şirin köy şifalı suları ve yazın bile serin havası ile bölgenin ilgi odağı güzel köylerinden.
Ruhu huzur bulsun, Mehmet Ali Birand buralara gelip program yapmış. Buradakilerin dediğine göre dedesi bu vadideki köylerin birindenmiş. Lakin Google amcaya sorduğumda, yok oğlum, rahmetli Birand'ın dedesi Elazığ Palu'lu ve Kürt kökenlidir dedi. Ne fark eder ki, Türk, Kürt, Ermeni !..
Ercan'a, köydekiler ne ile geçinirler diye sordum. Okuyup köyü terketmiş "cüco" (okumuşlar) hariç herkesin temelde hayvancılık yaptığını söyledi. Bahçeleri de varmış sebze meyve yetiştirdikleri. Dere boyunca her taraf ceviz ağacı. Güzel cevizi var buraların, kahvaltıda her daim bulunan cevizlerden biliyorum.
Köye vardığımızda hiç bir yere uğramadan vadinin üst taraflarında bulunan şifalı su kaynaklarına gittik bozuk toprak bir yoldan. Beş metre aralıkla çıkan iki farklı doğal mineralli maden suyu var burada, sol tarafından buz gibi çağıl çağıl akan Germav Çayının bulunduğu toprak yolun biraz üstünde, çayır çimenin içinde.
Birisi buz gibi soğuk ve sodalı. Böbrek taşına, cilde, egzama vb. iyi geliyormuş. Şimdiye dek bu kadar güzel maden suyu içmemiştim desem yanlış olmaz. Bekleyince özelliğini kaybedecek, kaynağından çıktığı gibi lezzetli olmayacaktır ama araçtaki pet ve cam şişeleri getirip doldurdum bu güzel sudan.
Diğeri ise daha ılık ve kükürtlü. Kükürt ama hiç kükürt kokusu ve tadı gelmiyor içince. Yüksek kükürtten dolayı şişeye doldurduğumda biraz sarımsı görünümde idi. Bence kükürtten ziyade demir oranı yüksek olmalı. Bu su da mide, bağırsakları temizliyormuş ve iltihaplanmaya karşı etkiliymiş. Etkisini de akşama gördüm zaten cırt cırt olarak :))
Bu tür analizi yapılmamış fakat şifalı diye bilinip yıllardır içilen suları içme konusunda temkinli olmak gerek. En azından çok tüketmemekte yarar var. Derinlerden gelen bu sular sağlığa zararlı olabilecek ağır metaller içerebilir.
Merak etmiştim ya sıcak termal suyu olmayan bu köye neden Germav, yani Ilıca demişler. Sordum ve öğrendim. Şifalı iki kaynaktan kükürt oranı yüksek ve daha ılık olan suyun başında eskiden Ermeniler zamanında termal havuzlar varmış. Bu kükürtlü ılık suya girerek ve hemen yanındaki buz gibi sodalı maden suyundan içerek serinleyenler keyif yaparlarmış buralarda. Şimdi ise kıymeti bilinmeden boşu boşuna akıyor bu güzel sular. Ah memleketim ah, vah güzel memleketim vah. Vah ki vahhh...
Şifalı su ziyareti sonrası geri dönüp yol üzerinde aşağıda derenin yanında bulunan Ercan'ın kayınpederi Süleyman ve kayınvalidesi Cemile Hanım'ın evlerine uğradık. Gittiğimizde bahçesine ektiği, benim fasulye zannettiğim baklalarına sırık hazırlıyordu kayınpeder Süleyman.
Sorgusuz sualsiz kahvaltı hazırladılar bize. Bir ikinci kahvaltı daha yaptık sacda yumurta, yoğurt, peynir, ceviz ve çaydan oluşan. Bu arada, Germav ve çevre köylerdeki herkes Ercan'ın akrabası imiş. Bunu da vadide gittiğimiz her yerde gözlemledim.
Çatısınında dağ kavağı kütüğü kullandığı evini kendisi yapmış Süleyman. Ahşap işlerinde çok mahir maşallah. Ruhu huzur bulsun, genç yaşta vefat etmiş Hulki Dedemin, 100 yaşında vefat eden, dede diye bildiğimiz kardeşi Ahmet Dedemi hatırladım. O da ahşap işlerinde ustaydı. Ahşap ile ilgili her şeyi, arı kovanları dahil kendi yapardı.
Biraz oturduktan sonra vedalaşıp köyün kilisesine gitmek üzere ayrıldık. Ercan, yolda gördüğü ve ailesini tanıdığı küçük Fatih'e takıldı, yarı şaka yarı ciddi. Fatih Kürtçe bilmiyormuş. Ercan mutlaka öğreneceksin, gelip seni sınava çekeceğim ona göre dedi. Çocuğun babasının adı Eyüp, dedesi Said, büyük dedesi ise Hamediku Bedu imiş...
Gup Kilisesi
Köyün batısında, vadinin birkaç km aşağısında, güneydeki yamaçlardaki 1750 rakımlı düzlük bir alanda kurulmuş, bugün sadece temel taşları kalmış zamanının Gup Kilisesi'ne tırmandık, aşağıdaki dereden yaklaşık 200m.
Yakınlardaki Germav, Zeyniga, Dapik, Keyhaşin, Seymal, İrsangan köylerinin halkı, temel taşları dışında birşeyi kalmamış bu kiliseyi kullanırmış. Suyu bol bu bölgenin. Yamaçlardan çağlayarak akan suların ve çiçeklerinden bal yapan arıların vızıltısı içinde, tırmanması zahmetli ama çok huzurlu bir yer.
Ercan'ın şifalı bildiği ve kurutup çayını yaptığı ama adlarını bilmediği sarı ve mor otlardan topladık. Eve götürüp kurutacağım çayını içmek, buraların güzel doğasını ve insanlarını hatırlamak için...
Kiliseden sonra geldiğimiz toprak yoldan köye geri dönmek ve aynı yoldan Muş'a gitmek yerine toprak yola devam ederek Tapik köyüne çıkmayı ve farklı bir yoldan Muş'a dönmeyi kararlaştırdık. Dereleri, tepeleri aştık bu zorlu yolda dört çekerin marifetiyle...
Tapik Köyü
Önce Ercan'ın ablasının evine uğradık Keyhaşin Köyünde. Evde yoktular. Yayladalarmış.
Oradan, Tapik Köyündeki Ercan'ın baldızı Şadiye'nin evine uğradık. Çay ve pide eşliğinde yoğurt, bal ve ceviz ikram etti.
Komşusu Ahmet Emin geldi, tanışıp uzun uzun kardeşlikten, birlikten, Kürt Türk ayrımı olmaması gerektiğinden konuştuk.
Ermenisi, Kürdü, Türkü huzur içinde yaşadı yüzyıllarca bu topraklarda. Yediği içtiği ayrı gitmedi. Sonra işler değişti. Osmanlı gücünü yitirmeye başladığında. O zamana dek Osmanlı'dan aman ve yardım dileyen batı taraf değiştirdi ve bizi zayıflatıp parçalamak için ekonomi, misyonerlik, yazılı tarihi değiştirme vb. enstrümanlarla devreye girdi.
Birinci cihan harbinde, Kürt, Türk ayırt etmeden birlik olan Atatürk ve silah arkadaşlarının istiklal mücadelesi sonucu Sevr ile kararlaştırılan şekilde topraklarımızı parçalayamayınca hırsları daha da arttı emperyallerin.
Atatürk'ün vefatı ve 2. Dünya savaşı sonrası Stalin'in, Birinci Dünya Savaşı'nda Atatürk ve ordusuna silah ve para yardımı yapan bizdik, ikincisinde ise bize karşı savaşan Almanlara krom gönderen ise yine aynı Türkiye deyip, Kars ve Ardahan'ı istemesi ve boğazlarda kontrol hakkı talep ve tehdit etmesi, bizi savaşa sokmama başarısını gösteren fakat Atatürk ile kıyaslanamayacak bir lider olan İnönü'nün korkarak yelkenleri suya indirmesi ve Marshall Yardımlarını kabul ederek Amerika ve enperyallerin kucağına düşüp dümen suyuna girmesi ile sonuçlandı.
Ardından, Birleşmiş, Milletler ve NATO üyeliği, Köy Enstitülerinin kapatılması, üst düzey ordu, emniyet, istihbarat, eğitim vb. yetkililerin Amerika ve batıda mesleki (!) eğitim görmesi derken Türkiye Cumhuriyeti ve hükümetleri Atatürk ilkelerinden uzaklaşarak Emperyallerin yörüngesine oturdu. Oturuş o oturuş... Türkiye Cumhuriyetimizi sıcak değil soğuk savaş yöntemleri ile parçalama süreci içimizdeki vatan hainleri ile o günden beri devam ediyor giderek artan bir hızla. Gidiş iyiye gidiş değil ve büyük bir beka sorunudur bu bizim için çok uzun zamandır. Devam etmesine izin verilmemeli, durdurulmalıdır. Yoksa bu topraklar için kanlarını dökmüş dedelerimizin kemikleri sızlayacak, gelecek nesiller ise bizi lanetleyecektir. Nokta.
Ganimar Çeşmesi
Seymal Köyüne, emmioğlu Meran'ın yanına giderken eskiden beri şifalı olarak bilinen Ganimar çeşmesinde durup suyundan içtik. Kas ağrıları vb. şikayetlere iyi geliyormuş bu su yüzyıllardır. Yolun altındaki derenin kenarında bulunan bu üstü kapalı çeşme defineciler tarafından tahrip edilmiş. Nedeni de içindeki nişin üzerindeki yuvarlak bir taşta bulunan başı aşağı ve ağzı açık şekilde tekerlek olmuş bir yılan kabartmasının bulunması. Şu anda artık o yılan kabartması yok. Bir hayırsever yakın zamanda suyun üzerini kümbet gibi kapattırmış.
Çeşmenin yanında bulunan güzel çiçeklerden kareler aldım ayrılmadan önce.
Seymal
Ganimar Çeşmesi sonrası Ercan'ın emmioğlu Meran'ın Seymal, bügünkü adı Üçevler'deki evlerine ve yukarılardaki yaylaklarına gittik. Her taraf diz boyu renk renk çiçekli çayırla kaplı.
Birkaç hafta sonra biçilecekmiş Meran'a ait bu çayırlar hayvanlara yem için. Bu verimli ve sulak toprakları sürüp ekmek, son yıllarda inanılmaz derecelerde artan mazot, gübre fiyatları (ki son bir yıl içinde 5 kat artmış) nedeniyle rantabl olmuyormuş. Hayvan yetiştiricileri için çayır daha rantabl imiş. Öyle olabilir ama hayvancılık yapanın işi de o kadar zor ki. Bunu bizzat deneyimleyip gözlemledim buralarda.
Gün batımı o kadar güzeldi ki Seymal çayırlarında. Rüzgar ile dans edercesine salınan çayırların üzerinde parlayan güneş ışıkları terapi gibi, alıp insanı başka dünyalara götürüyor. Uzanıp çayırlara, yaşamalı bu anı. Ben yaşadım...
Koyunlarını Kazakulinga Yaylasının tersine sadece gündüz yaylatan Meran, hava kararmaya yakın koyunlarını yukarıdaki ağıllarına çektikten sonra hemen yakınındaki ceviz ağaçlarının altındaki çadırlarına geçip süt çorbası, yoğurt ve peynirden oluşan akşam yemeğimizi yedik. Süt Çorbası, sütte kaynatılmış pirinçten ibaret mideyi rahatlatan sağlıklı bir yemek. Hoşuma gitti. Biraz tatlandırmak için içine kesme şeker kırarak yedim son kısmını tatlı niyetine.
Yemek ve muhabbet sonrası Meran'ın oğlu Habib ile birlikte el fenerleri ışığında, birkaç km aşağıda elektrik bulunan evlerine indik ve biraz muhabbet sonrası yattık.
Işık kirlenmesinin olmadığı bu yerde, yıldızlar ve galaksiler üzerinize yağıyormuş gibiler. Hiç görmediğiniz yıldızları görüp, ışıklarının bize milyonlarca yılda ulaştığı milyarlarca galaksi içindeki milyarlarca yıldızın, kara deliklerin, ve ötesinde belki de başka evrenlerin olduğu bu ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu kestiremediğimiz evrende ne kadar küçük fakat bir o kadar da değerli olduğunuzu hissediyorsunuz.
Ne demiş Carl Sagan; dünya, tüm okyanus ve denizlerde bulunan kumların içinde bir kum tanesi kadar bile yer tutmuyor bu kozmosta. Biz de aynı şekilde dünya içinde... Ne kadar küçük, ne kadar birbirini tamamlayan, büyük bir ahenk ve denge içinde, hiç yok olmayan, muazzam bir var oluş...
Son iki günün bloğunu güncel tutamamanın getirdiği görev aşkı ile bir gün öncesinin bloğunu tamamlayıp yayınladım 02:00 gibi yatmadan önce. Bugünkü ise yarına kalacak artıkın. Seymal'in yorgan gibi üstümü örten yıldızlarının altında misler gibi uyudum şükrederek, içimizde olan, her şeyin O, Onun her şey olduğu yüce yaradana...
©
2 Yorumlar
Görseller çok güzeller, yazılar da öyle.
YanıtlaSilTeşekkürler. Eksik olmayın...🙏
Sil