Translate / Übersetzen / Traducir / 翻译

Eski Muş, Germav Kazakulinga Yaylası ...

Ayakta kramplarla geçen gece sonrası 07:00'de kalkıp biraz notlarımı düzenledim ve Kahveci Haşim'in kahvaltı daveti için arabam ile yola çıktım. Normalde arabamı almadan yürüyerek giderdim ama bugün program farklı:

Dün gece kahvedeki sohbet arkadaşlarımdan Ercan bana TOKİ'den büyük mücadele ile kurtardığı 250 yaşındaki evlerini gösterip Eski Muş'u gezdirecek. Öğleden sonra da Ercan'ın eski Ermeni köyü Germav ve yaylası Kazakulinga'ya gidip gece orada kalacağız.

Sekizi biraz geçe Eski Muş'ta Ulu Cami'nin karşısındaki Haşim'in kahvesindeydim. Haşim, Muş peyniri, domates, salatalık, zeytin ve pideden mükellef bir kahvaltı hazırlamış. Ocaktan da bol demli çay...

Kahvaltı sonrası Ercan ile hemen karşımızdaki Ulu Cami'den başlayarak Eski Muş'u gezmeye başladık.


Ulu Cami

Minaresinin üzerinde 06.01.1970 tarihi olan Ulu Cami Hristiyanlık öncesi pagan dönemlerinden binlerce yıldır ibadet edilen bir mabed imiş. Sonradan kilise ve camiye çevrilmiş. 

İç ve dış duvarlarındaki sıvanmamış taşların çeşitliliği, büyüklükleri ve dizilimleri çok ilgi çekici. Hayatımda malzeme kullanımı açısından hiç böyle değişik bir mimari görmemiştim. Çok ilgimi çekti, bilhassa iç mimarisi.



            

            

Böyle farklı bir tarihi ve mimarisi olan, Muş'un simgesi ve en eski kadim yapılarından olan caminin etrafındaki yüzlerce yıl yaşındaki kadim Muş evlerinin yıkılarak çok katlı TOKİ evlerine dönüştürülmesi ve caminin dibine kadar kuşatılması utanç verici, affedilemez büyük bir cinayet. Abartmıyorum, benim gibi tarihe, kültüre, geleneklere ve doğaya değer veren herkes bu feci manzarayı görünce aynı şekilde düşünecektir.


Eski evlerin tamamını yıkmak büyük hata, mimari değeri ve farklı olan bazı evler bırakılıp restore edilebilir, boş kalan alanlar da güzel bir peyzaj ile açık müzeye dönüştürülebilirdi. Hadi yıktın, TOKİ evleri yapacak Muş'ta başka yer mi yok! Hadi TOKİ evlerini yaptın, Ulu Caminin dibine kadar gelmenin, onu kuşatıp yok etmenin bir anlamı var mı ?..

Eski Muş Evleri - Ercan Çete Evi

Dün akşamüzeri gezdiğim ve kısaca bahsini ettiğim Hacı Şeref Caminin bu sefer arkasından dolanarak Ercanların TOKİ evleri arasında öksüz ve yetim bir çocuk gibi kalmış eski evlerine gittik.

Alt katı ve kuzeye bakan duvarları işlenmemiş 70 cm kalınlıkta taş, üst katları kerpiçten, içi dışı saman, toprak ve keçi kılı karışımı ile sıvalı bu ev tam 250 yaşındaymış. Zamanında Osmanlı'da mebusluk yapan Keyran Efendi yaptırmış ve oturmuş. 1945-46'da Batman Sason tarafından göçen Herzan aşiretine mensup Çete ailesi satın almış, o zamandan beri de kullanılıyor. Alt kattaki oturma odasında oturup muhabbet ettik Ercan Kardeş ile; ev, eski Muş'un yok edilmesi ve TOKİ ile yıllar süren ve halen devam eden mücadelesi ile ilgili.



Merkezi hükümetin sarsılmaz iradesi (ki öyle bir şey kalmadı artık, onun yerine haşmetli ve ulu olan, merkezi böyyük reyiz var artık) ve onun dümen suyunda giden Belediyenin oluru ve desteği ile Eski Muş evlerine kıyılma kararı verilmiş ve katliam 2010'da başlamış.



Sadece 250 yaşındaki, Osmanlı tapusu da olan kendi evleri için değil, tüm eski Muş Evleri için bu katliama karşı Belediye ve TOKİ ile mücadele başlatan Ercan Çete TOKİ projesini 2 yıl durdurmayı, daha doğrusu geciktirmeyi başarmış. Elliden fazla medya kuruluşundan destek isteyen Ercan'a sadece Agos ve Mezopotamya gazeteleri olumlu cevap verip destek vermiş.

                

            

Ercan'ın rızasını alamayan TOKİ, diğer mülk sahiplerinin yeni eve geçme arzusu ile Ercan'ın evi hariç tüm diğer evleri yıkarak projeye başlamış ve 2018'de kadim Ulu Cami'nin duvarına kadar dayanan, içiçe geçmiş 8-9 katlı beton yığınlarını sahiplerine teslim etmiş. Yıkım ve temel hafriyatı sırasında alttan kale surları ile birlikte arkeolojik değeri olan buluntular ortaya çıkmış lakin SİT alanı ilan edilmesin diye alelacele üstleri örtülüp katliama devam edilmiş. Ercan'ın konu ile ilgili Muş İl Kültür Müdürlüğü dahil ilgili makamlara durumu bildirmesinin de bir faydası olmamış ne yazık ki...


Bu arada hayvan ticareti yapan Ercan'ın işlerine muhtelif şekillerde engel olunmuş on küsur yıl boyunca, ilgili kurumlar tarafından. Sonuçta işini bırakmak zorunda kalmış.

Ercan'ın anlattığına göre evin hemen yanında bir manastır ve kilise varmış. Manastırı yol geçirmek için 80'lerde yıkmışlar. O yol da şu anda mevcut, aşağıdaki dereye inen ve yine metruk durumda olan hamama giden dar ve dandik bir yol. Manastırın yolun dışında kalan kısmındaki temel taşları halen görülebiliyor. Kilise ise yıkılmamış ama zamanın ve insanların insafına bırakılıp yıkılmaktan beter olmuş sahipsiz bir durumda.


Evin karşısındaki vadinin şu anda boş olan diğer yamacında da evler varmış zamanında. 80'lerde vuku bulan bir heyelan sonucu evler yıkılmış, 13 kişi ölmüş. Kalan evler de güvenli değil diye yıkılmış.

Biraz da, Ercan'ın bana anlattığı Muş ile ilgili bilgileri paylaşayım izninizle. Şu anda bile Muş nüfusunun yüzde onu Ermeni imiş. Çoğu müslüman ismi almış kripto. Çoğunluğu kuyumcu ve sanatçı imiş.

Evin kuzeyindeki dağlarda bugün ayakta olmayan Puşo Kalesi varmış. Yakınlarında da yine bugün artık olmayan Meryem Ana Kilisesi.

150 bin nüfusu varmış Muş'un 1915 öncesi. "Muşo Şahoti" derlermiş Muş'a, yani yanık, sahipsiz Muş. Bugün de öyle gibi. Yoksa Eski Muş'a kıyılmazdı...

Tarihi zengin, insanları varlıklıymış Muş'un. Bağları, armut, elma bahçeleri varmış. Şarapları Fransa'ya satılırmış. İklimi ise o gün olduğu gibi bugün de sert. Hazirandan Ağustosa sadece 3 ay güzel, gerisi kar, fırtına yağmur, çamur...

Erzurum ve Erzincan gibi birçok yerin aksine Muş'ta 1915 olayları olmamış. Daha doğrusu, önce Ermeniler olmak üzere yüzyıllardır kardeşçe yaşayan, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen komşular birbirlerine kıymamış. Savaşılmadan alınmış Muş.

Eski Muş'ta birisi yukarı mahallede evler ve bahçeler arasında, diğeri ise aşağıdaki derede iki ayrı hamam gezdik. İlki Osmanlı, ikincisi ise Bizans görüntüsü verdi bana kısıtlı bilgime dayalı olarak. Hamamların tarihi ile ilgili olarak bilgi edinemedim maalesef. Bulduğumda güncelleme yapacağımdan emin olabilirsiniz.




Yukarı mahalledeki hamamın bitişiğinde oturan Ercan'ın komşularının bahçesinde biraz soluklandık. Buz gibi sularından içip kirazlarından toplayıp yedik.

Eski Muş'tan ayrılıp Belediye binasının biraz aşağısında bulunan okuldan müzeye dönüştürülmüş Muş Müzesine gittik. Küçük bir müze ama keyifle gezdim.

Müzeden sonra Ulu Caminin karşısındaki Haşim'in kahvesine gidip iki çay içtik ve önce altının burun kısmı açılan 20 yıllık emektar, el yapımı Aku dağ botumu tamir ettirmek için bir ayakkabıcıya uğrayıp işlem tamamlandıktan sonra Ercan'ın köyü, eski Ermeni köyü Germav, yeni adı Ilıca'ya doğru yola çıktık. Yolda manavdan bir karpuz aldıktan sonra şehrin çıkışında Ercan bana küçük bir kiliseyi göstermek istedi. Kilise, dışarıdan bakılınca ev gibi görünüyor ama içi farklı ve güzelmiş. Yanındaki eski binanın zemininden de Osmanlı zamanında sondajla ham petrol çıkarılırmış. Ne yazık ki kilise kapalı olduğu ve anahtarının bulunduğu yandaki evde de kimseyi bulamadığımız için bu ilginç kiliseyi görme şansım olamadı.

Kazakulinga Yaylası

Kilise sonrası, zamanında bir Ermeni Köyü olan Germav'a, bugünkü adı ile Ilıca'ya doğru yeşillikler içinde, yükseklere kıvrıla kıvrıla giden müthiş güzel manzaralı yoldan 35 km mesafedeki Ercan'ın köyüne yol aldık. Köye 5 km kala, Ercan'ın abisi Aydın ve akrabalarının yazın yaylak olarak koyunlarını yaylattığı 2150 rakımlı Kazakulinga Yaylasına gidip orada gecelemeye karar verdik.

Kazakulinga, Germav'ın bir mezrası. Zovaser Dağının yamacında, buz gibi suyu olan güzel yemyeşil bir yayla. Güneş var ama esen rüzgar ile insanı güneş altında üşüten bir havası var.

Ercan'ın abisi Aydın, 27 yaşındaki oğlu Barış, amcaoğlu Nadir ile tanışıp çay içtik, sonra da sohbet ettik koyunların sağım saati gelinceye kadar.

Aydın ve Nadir'in 600 koyunu varmış. Yazın burada, kışın ise Diyarbakır'da yayılıyormuş koyunlar. 4-5 günde götürüyorlarmış yürüyerek. Babasının amcaoğlu Nadir ile birlikte gidiyormuş Barış Diyarbakır'a.


Saat 16:00 gibi ayaklanıldı ve yukarıda koyunların bulunduğu tepeye gidildi süt sağımı için. Bizzat şahit olduğum sağım işi gerçekten çok zor, hem de pek çok. Aydın arkası destekli bir oturağa oturarak sağım çadırına yönlendirilen koyunlardan birini sol, diğerini sağ koluyla boyunlarından tutuyor, sağlı sollu sağıcıların koyun hareket etmeden koyunları sağabilmesi için.

Sağıcıların ise ne kadar zorlu bir iş yaptıklarını fotoğraflardan anlayabilirsiniz. Hayvanı kıç tarafından kendisine çekip başını hayvanın o kokulu arka kısmına dayayıp sağlı sollu memeleri her bir eli ile bulup kavramak zor, memeleri büyük bir maharetle hayvanın huysuzluğuna rağmen sütü bitinceye dek önündeki kovanın içine sağmak daha da zor. Sonra bir tane daha, bir daha, bir daha; 400 koyun bitinceye kadar...

Bu 400 koyun günde iki kez sağılıyormuş, biri sabah gece yaylamasından geldikten sonra, diğeri de akşamüzeri, gündüz yaylaması sonrası. Zor iş, hem de çok zor vesselam...

Bu arada, koyunlar, Muş'un Koçeri cinsi süt ve yün verimi fena olmayan koyunlarındanmış. Yünün kilosu eskiden 4-5 liraymış ama şimdi talep olmadığı için düşmüş, kimse almıyormuş. Yün yatak ve yorgan eskisi kadar kullanılmıyor artık dedi Barış. 

Barış öyle dedi de; tekstil, yatak, yastık, minder, yorgan, döşeme, vb. ev eşyalarında kullanılan, manyetizma ve radyasyonu emici, suyu, ısıyı ve soğuğu tutmayan, anti-alerjik, ateşe dirençli, kolay yanmayan, terletmeyen, elektriği geçirmeyen yalıtkanlık özelliği ile sağlığa çok yararlı olduğu bilinen, Avustralya, Yeni Zelanda, Arjantin, İskoçya gibi ülkelerin en önemli ürünlerinden olan, altın değerinde olması gereken saf koyun yünü ülkemizde neden bu kadar değersiz ?.. Anlayan beri gelsin !..

Sütten ise peynir yaparak satıyorlarmış. Yağlı ve güzel olurmuş buranın koyununun sütü. 2-3 litre sütten 1 kilo taze peynir çıkarırlarmış. Süt süzülüp temizlendikten sonra kaynatılmadan yapılıyormuş peynir. Akşamdan bastıkları sabaha hazır olurmuş. Kilosunu, daha önceden borç aldıkları için bağlı oldukları mandıraya kilosu 44 liradan satıyorlarmış. Peynirin suyundan da lor yapıyorlarmış. Yoğurt yapımında ise süt kaynatılırmış önce...

Diğerleri sağım işi ile uğraşırken Barış yün kırpma işine başladı. Merakla izledim. Kırpma makası kullanarak maharetle yapıyor işini, önce hayvanı hareket etmesin diye ayaklarından bağlayarak. Sonra da çevire çevire bir güzel traş ediyor. İnanın hiç kolay değil kuyruktan boyuna kıvrım kıvrım hayvanı traş etmek. İki saatte 7 kadar koyun kırpabildi Barış. Neden elektrikli makina kullanmıyorsunuz diye sorunca, onlar hayvanı çok dipten traş ediyor, hayvana eziyet oluyor dedi.

600 koyun içinde en az 15-20 tane koç var ki her biri koç gibi maşallah. İşte onlardan birisi, hemi de karakoç...

Sağım işi bittikten sonra bidonlar el arabasına yüklenip aşağıya çadırlara taşındı. Biz de onlarla birlikte. Yaylanın çeşmesinin buz gibi suyunu içtikten sonra Nadir'in çadırına misafir olduk ve hanımının hazırladığı sofraya oturduk. Sofranın olmazsa olmazı tandır ekmeği, peynir ve yoğurt mutlaka oluyor sofrada. Ayrıca bir de karışık salçalı/domatesli sebze yemeği getirdiler sıcak olarak. 7 haftadır mideme giren ilk sıcak sebze yemeği idi. Teşekkür edip yoğurtla birlikte kaşıkladım.

Yemek sonrası Aydınların çadırına geçtik hep birlikte ve akşam muhabbeti başladı. Kendi aralarında hep Kürtçe konuşuyorlar, bu arada. Uyuklamaya başlayınca, sen yat bize bakma deyip bana bir yün döşek döşeyip üstüme de iki kalın yün yorgan attılar saat 21:00 gibi. Saat 08:00'e kadar misler gibi uyudum. Hatırladığım tek şey kolumu yorganın altından çıkardığımda anında içeri sokma dürtüsü, çadır içinde bile buz gibi olan havada. Yola çıktığımdan beri geçen 7 haftada 6 saatten fazla uyumamıştım hiç. Yaylanın buz gibi havasında yün döşek ve yorganda bu uyku çok iyi geldi bana...

Ben mışıl mışıl uyurken, sizler de yayladan şu karelere göz atarsanız sevinirim ;))

~©~










~©~

Yorum Gönder

0 Yorumlar