Translate / Übersetzen / Traducir / 翻译

Şalpazarı Kadırga Yayla Şenliği, Sis Dağı ...

Günler süren sisli ve yağışlı havadan sonra Şalpazarı Acısu'da güzel güneşli bir güne uyandım, 07:00 gibi. 

Kahvaltı ve kısa bir araç temizliği sonrası erkenden güneyde Gümüşhane Kürtün tarafındaki Kadırga yaylasına doğru pırıl pırıl bir havada yeşillikler arasında yol aldım.


Kadırga Yaylası

İkinbinlerin üzerindeki Kadırga Yaylasına doğru kesif bir sis bastı. Hava da, neredeyse Ağustos geldiği halde, buz gibi...

Yaylaya yaklaşırken farklı boy ve beldelerin obalarının bulunduğu yerlerden geçtim. Bunlardan birisi Kızılağaç Obası idi. Kızılağaç Otçusu davul zurna eşliğinde ovalarından birkaç km ilerideki Kadırga Yaylasına hareket ediyordu. Obalarından çıkıp ana yola kavuşmadan durup fotoğraflarını çektim.

Bu "otçu" ifadesinin anlamını çok merak ettim, sordum. Herkes farklı birşey söyledi. Yaylaya hayvanlarını otlatmak için yayla zamanı gelince Mayıs gibi yaya olarak inek, koyun ve atlarıyla yaylaya göç edenlere otçu denir diyen de oldu. Mayıs'ta yaylaya gidenlerin dışında köyde ektikleri mısır ekininin otlarını temizlemek için köyde kalıp mısırların otunu temizleme işini yapanların Temmuzun üçüncü haftasında ot temizleme işi bitince, ki buna "otçu zamanı" deniyormuş, yaya olarak yaylaya mola vere vere, horon tepe tepe gidenlere "otçu" deniyor diyen de. Yaptığım araştırmada ikinci anlatımın daha doğru olduğunu gördüm.

Oğuz Obası, Tonya Obası, vb. bütün obaların otçuları yaylaya davul zurna eşliğinde horon çekerek ilerliyor.

Tonya'yı biliyoruz. Geçen gün, Hıdırnebi yayla şenliği sonrası gittiğim Çal Mağarasından Şalpazarına giderken geçtiğim Trabzon'un ilçesi olan, adını evlenince bölgenin kendisine çeyiz olarak verildiği Rum beyinin kızı Tonya'dan alan Tonya.

Oğuz ise, merkezi Görele olarak bilinen Trabzon-Giresun sınırında Beşikdüzü ilçesine bağlı Trabzon bölgesinin en eski köylerinden imiş.

Kadırga yaylasına Kızılağaç, Tonya, Oğuz gibi 49 farklı belde ve köyün obaları ve otçuları geliyor, otçuların geldiği Temmuz'un üçüncü haftasının Cuma günü ise şenlikler başlıyormuş. 

Pandemi nedeniyle iki yıldır yapılamayan şenlikler nedeniyle bu yıl kalabalık ve coşku oldukça fazla idi ama anlatılanlara göre önceki yıllar ile kıyaslanamazmış. Sabah erken gitmeseydim, uygun bir yerde aracımı park etmekte zorlanacaktım doğrusu.

Bu arada, çok üzücü bir olay oldu, obalar ve genci yaşlısı insanlar yokuş yukarı yaylaya doğru çıkarlarken. Yaşlı bir kadın yığılıp kaldı yolun kenarında yakınlarının çığlıkları arasında. Rakım 2250m ve hava da dondurucu derecede soğuk. 5 dakika sonra sağlıkçılar geldi ve kalp masajı yapmaya başladılar. İnşallah geç kalınmamıştır. Yarım saat masaj yapıldı ama maalesef geç kalındı ve abla kaybedildi. Şenlik yas oldu ailesi ve yakınları için. Aros köyündenmiş. Kendisine rahmet, ailesi ve yakınlarına başsağlığı ve metanet diliyorum. Ruhu huzur bulsun... :((

Dün Hıdırnebi yaylasında ekmek aldığım arkadaş ile Kadırga'da yine karşılaştım. Hasan, yakınlardaki Gümüşhane Kürtünlü imiş. 25 yaşında. Yayla yayla dolaşıp Kürtün ekmeği satıyor kilosu 20 liradan. Kürtün'de Boduroğlu adında fırınları varmış. Dün aldığım için biliyorum, ekmeği gerçekten çok güzel. Vakfıkebir ekmeğinden daha güzel diyebilirim. Yüzde yüz kepekli tam buğday ekşi maya ekmeği. Tanesi 4-5 kilo, en büyüğü 17 kilo geliyormuş. 10 gün bayatlamıyormuş. Kalanları fırında kurutup peksimet yapıyorlarmış kış için.

1940'lardan beri aynı yerde hizmet veren Oğuz Kıraathanesinde Kahveci Mustafa ve müşterilerden Oğuz Köylü Mehmet Yılmaz ve Mehmet Demiral ile tanıştım. 

Hepsi de Oğuz Obasından benim gibi Çepni. Baba tarafından Çepni kökenlerimizin hikayesini birkaç gün sonra Giresun Bulancak'a gidince anlatacağım. Bu arada, Mehmet Yılmaz arkadaş Bulancak'a gidince Mikdat Üstün'ü bulmamı istedi ve telefonunu verdi.

Buralarda doruk ağacı denilen, yükseklerde yetişen bir çam türünden yapılan tabureleri tanesi 25 liradan satan Marangoz Mahmut ile tanıştım. Sağlam, güzel tabureler. Arabada yerim olsa alırdım ev için birkaç tane...

Öğle olunca, yüzlerce yıldır adet olduğu üzere Cuma namazı yaylanın çift minareli açık camisinde hep birlikte kılındı. Bütün yaylanın duyacağı şekilde hoperlör ile vaaz verildi; kardeşlikten, küsmemek ve kin tutmamaktan bahsedildi.

2500 rakımlı Kadırga zirveye çıkıp diğer taraftaki yaylaları seyrederek bir süre oturup dinlendim. 

Sis basmaya, göz gözü görmemeye başladığında aşağı inip Kadırga'ya elvade ederek dün gecelediğim Acısu'ya gitmek yerine yarın şenliklerin olacağı Şalpazarı Sis Dağına gitmeye karar verdim.


Aşağıya inerken Trabzonlu motokrosçu arkadaşlar Yıldıray, Tolunay ve Osman ile karşılaştım. Gaz teli takılan motorlarındaki problemi halletmeye çalışıyorlardı ki hemen çözdüler işi.

Bu arada, aşağıda yapılan anonslarda Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen'in ve birkaç akepe ve mehepe milletvekilinin de burada olduğu söylendi ve alkış istendi. Hatta vekil arkadaş 2023'te ne yapacağınızı biliyorsunuz değil mi diye birkaç kez sordu !.. Şahsen herhangi bir alkış sesi duyamadım. Birkaç yüz metre yüksekte olmamın etkisi olabülüğ...

Her pazarda ve şenlikte olduğu gibi a'dan ze'ye yiyecek, giyecek ve bilumum gerekli gereksiz şeyin satıldığı pazarcı tezgahlarının birinde bölgeye özgü giysi ve süs aksesuarları satan bir standta yerel giysileri ile alınlarına takacakları taç ve filar (fülar) denilen sahte altınlı aksesuarlardan deneyen genç kadınlardan biri o altınlı şey alnımda çirkin duruyor deyince, hazırcevap pazarcı cevabı hemen yetiştirdi; "zaten çirkinsin". Yerlere yattı herkes gülmekten :)) Rizelilerin nüktedan ve hazırcevap olduklarını biliyordum ama sanırım bu Karadeniz bölgesine has bir özellik...


Bir de benim yaptığım bir gaf oldu ki o da gülmekten yerlere yatılacak cinsten. Hani yaylaya göçerken ineklerini, koyunlarını, atlarını, eşeklerini de birlikte götürüyorlar ve bilhassa inekler başta olmak üzere hayvanlarını ponponlu örgülü vb. renkli şeylerle bir güzel süslüyorlar ya. 

Pazarcıların birinde bu renkli ponponlu şeylerden görünce bunları ineklere mi takıyorlar diye sordum. Pazarcı arkadaş, ki onun da adı Sadık imiş, Düzköy'den, kahkaha atarak, onları kadınlar kuşak olarak bellerine takıyorlar demesin mi... :))

Neyse, sonunda aracıma varıp önce kendime güzel bir pekmezli filtre kahve yaptıktan sonra Sis Dağına doğru yola çıktım.

Kadırga'ya son bakış...

Yayla işte budur denilecek güzel yaylalardan, ormanlardan, orada burada tepelerde rüya gibi yerlere yapılmış evlerden, sanki cennetten geçtim.





Buz gibi suyu sürekli akan güzel bir çeşmede su içmek ve içme ve kullanma sularımı tazelemek için durdum. Şöyle yazıyordu çeşmenin üstünde:

"Bu çeşme öyle bir çeşme ki
Su içecek tası yok
Kırma kimsenin kalbini
Yapacak ustası yok
"...

Düşündüren çok güzel bir söz. Hatırladığım kadarıyla Yunus Emre'nin bir şiirinden alınmış olabilir diye düşündüm ve Google Amcaya danıştım. Şöyle dedi Google Amca; Nihat Göle adlı bir şairin "kırma insan kalbini, yapacak ustası yok" dizeleri geçen bir şiiri var ama bu sözün asıl sahibi Yunus Emre. Şöyle demiş, "Bir Ben vardır Benden İçerü" diyen Pir Yunus:

"Dolaştım dünyayı giymedim başıma taç,
Ne zengini tok gördüm ne de fakiri aç,
Yarabbi öyle bir feyz-i kanaat ver ki;
Namerde değil merde dahi eyleme muhtaç...
Şu çeşmenin haline bak, su içecek tası yok,
Kırma kimsenin kalbini, yapacak ustası yok..."

Çeşmeyi yaptıranın da, Yunus'un da ruhları huzur bulsun...

Yunus Emre (1238-1328)


Sis Dağı

Sis Dağına köpekli jandarma kontrolü ile girdik. Kimlik ile GBT kontrolü yapmaya ek olarak araçların içindekileri indirip köpeklere koklatıyor, arama yapıyorlar. Köpekler sanırım uyuşturucu için olmalı. Hepsi güvenliğimiz için takdir ediyorum ama yaklaşık üç aydır geziyorum, ne Güneydoğu'da, ne de Doğu'da böyle kapsamlı bir kontrol görmedim.

Güvenlikten geçip birkaç kilometre daha tırmandıktan sonra Sis Dağına vardım. Gerçekten isminin hakkını veriyor Sis Dağı. Sis bir geliyor, bir dağılıyor. Hepsi birkaç dakika içinde. Hava da buzdan daha soğuk. İçimde kapişonlu polar mont, üzerimde su geçirmez kaban, hala üşüyorum. Gidip bir polar daha, olmazsa kaz tüyü kabanımı da giyeceğim ilerleyen saatlerde sanırım. Böylesi soğuk görmedim üç aydır. Eldivenlerimi alsam iyiymiş...


Burada da obalar var; Eynesil, Ambarlı, Şalpazarı köylerinin obaları gibi...

Aracımı park ettiğim yerde birkaç küçük lokanta ve çay ocağı vardı. Bunlardan birisine girip mercimek çorbası ve kuru fasulye ısmarladım kendime ve kuru soğan eşliğinde bir güzel yedim akşam yemeğimi.

Dedim ya, Sis Dağı gerçekten isminin hakkını veriyor diye. Güneş de çok güzel batıyor karşı dağların arasından, sarı ve kırmızının binbir tonu içerisinde. Hayran olmamak elde değil. Ne kadar başarılı oldu bilmiyorum ama birkaç pozunu aldım ikibin metrelerdeki bu güzel günbatımının...






Sis Dağı denilince aklına Sis Dağı Sis Dağı türküsü gelmeyen azdır diye düşünüyorum. Söyleyenden söyleyene farklı sözleri olan bu güzel türkünün kısa bir versiyonunu gelin birlikte söyleyelim:

Ah Sis Dağı Sis Dağı
Dımanın benim ile
Canım ayru geziyu
Urufum senin ile

Sis Dağı beri bakar
Suyu bulanuk akar
Verin bana yarımı
Sizi yıldırım yakar

Gaşu dadan aşağa
Gatar geliyu gatar
Ağasar’ın uşağa
Adamı böğle yapar

Ağasar’ın Deresi
Garışıyu dereme
Gülüm senin yüzünden
Galdıma ben vereme

Ağasar’ın balını
Gel salını salını
Böyüğünden çoğudu
Güccüğünün çalımı

Bu arada, birkaç km aşağıda, gelirken jandarma kontrolünün yapıldığı ve obaların bulunduğu yerde şenliğin açılış eğlencesi olacakmış. Eğlence demek burada, Karadeniz Bölgesinde horon tepmek, Güneydoğu'da ise halay çekmek anlamına geliyor, faaliyetin başından sonuna kadar, ara vermeden. Gidip bir bakayım öyle mi?

Geç saatte, gittim ve gördüm. Evet, büyük bir halka yapılmış, döne döne horon tepiliyor kemençe müziği eşliğinde. 




Çepni Yayla Kültürü

Bu arada, Karadeniz yayla kültürü, bilhassa Çepni yurdu olan Şalpazarı ve çevresindeki köylerden yaylalara göç ile ilgili olarak biraz bilgi vermek isterim izninizle:

Oğuz Çepni kültürünün hakim olduğu, içinden Ağasar Deresinin aktığı Trabzon’un Şalpazarı ilçesinin yaylalarında karların eriyip yaylaların yeşile bürünmesiyle birlikte kışın köylerde oturanlar Mayıs ve Haziran ayının gelmesiyle birlikte büyük ve küçükbaş hayvanlarıyla birlikte yaylalarına çıkmaya başlarlar.

Karadeniz’de bahar mevsiminin gelip sıcaklıklarının yükselmesi ile birlikte çeşitli bitki örtüleri ile yeşile bürünen Kadırga, Sis Dağı ve Alaca Yaylalarına asırlardır devam eden ve Çepni kültürü olan yayla göçü geleneğinde kadınlar renkli yöresel kıyafetlerini giyerek zil, çan ve renkli püsküllerle süsledikleri büyükbaş hayvanları ile birlikte sonbahara kadar yayla edecek oldukları yaylalara çıkmak üzere yaya olarak yola çıkarlar. Molalar ile geceledikleri uzun bir yolculuğun ardından yayla edecek oldukları obalarına ulaşırlar. Yaylacılar yayla edecek oldukları obalarına ulaştıktan sonra burada yaz mevsimi boyunca kalarak hayvanlarını otlatır, süt ve peynirlerini satarak kazanç elde ederler. Eylül'ün gelmesiyle birlikte tekrar köylerine aynı şekilde geri dönüş yaparlar.


Eskiden, bu göçlerde sırtlara zembil veya çinti içerisine yolda yemek için azık ve yiyecekler alınır, yaylada kullanacakları yayık, kazan, meşrebe gibi temel ihtiyaçlar ile birlikte sabahın erken saatlerinde hayvanlarını da süsleyerek yola çıkarlardı. Yolda bir gece kalınır bir sonraki gün toplu olarak çıktıkları Yolları aşar yaylaya varılırdı. Yaylacılar yolda toplu olarak gidilirken belirli yerlerde hep beraber toplanırlar, horonlar oynanır, türküler söylenirdi. Şimdi ise genel olarak araçlar ile gitselerde az da olsa eski gelenek görenek olan kültürlerini devam ettirmektedirler. 
(kaynak: kadirgayaylasi.com)

Sorup öğrendiğime göre, Çepni kadın giysilerinde bulunan parça ve aksesuarlar ise şunlarmış; fistan (entari), yelek, dizlik (pantolon), peştembal, bellerindeki kalın, genelde siyah veya kırmızı beyaz çizgili kuşak, bel bağı, çember, yazlık lastik ayakkabı...

~©~

Yorum Gönder

0 Yorumlar